15 Nisan 2010 Perşembe

İSRAİL K.IRAK’TA KÜRTÇE DERGİ ÇIKARTIYOR




KDP desteğiyle Kuzey Irak'ta Kürtçe İsrail dergisi çıkıyor, Kuzey Irak Duhok bölgesinde ikamet eden ve PKK yanlısı Suriyeli Kürt kökenli Davut Bağıstani , Kuzey Irak'ta çıkan (İsrail Kürt) başlığı altında dergisine ilgili yaptığı açıklamada: bu derginin resmi izini Kuzey Irak yönetiminden alındığı, ayda 1500 nusha çıkıyor, 50 sayfadan oluşan Dergi Kürtçe çıkıyor ve ek olarak iki sayfa İngilizce kapsıyor ve Kuzey Irak'ın her üç vilayetinde dağıtılıyor.


Ayrıca Bağıstani, Dergi Kuzey Irak Basınlar Sendikasından izin alındığını da söyledi. İsrail'de bir çok kökenli Kürt yahudilerin olmasından dolay bu derginin çıkarılması uygun ve önemli olduğunu söyleyen Bağıstanı, kaç defa İsraili ziyaret ettiğini ve bu nedenle İsrail'deki Kürt yahutların Kuzey Irak bölgesine geri dönderilmesini desteklediğini açıkladı. Ayrıca İsrail'de 150 bin yahut Kürtleri "yahudi kürtlerin "olduğunu söyledi.

10 Eylül 2009 Perşembe

Gerçek niyetleri 'eyalet' sistemini yerleştirmek

“ETNO MİLLİYETÇİ BÖLÜCÜ TERÖR VE ÇÖZÜM İHTİYACI” KONUSUNDA TÜRK OCAKLARI GENEL BAŞKANI SAYIN NURİ GÜRGÜR’ÜN İÇİŞLERİ BAKANI SAYIN PROF.DR. BEŞİR ATALAY’A SUNDUĞU RAPOR

Etno Milliyetçi Bölücü Terör ve Çözüm İhtiyacı

GİRİŞ

Türkiye 1984’te başlayan ve çeyrek yüzyıldır sürüp gelen silâhlı bir başkaldırı hareketiyle, bölücü terörle karşı karşıyadır. Bunun ülkemize maliyetinin ne derece ağır olduğunu herkes biliyor. Türkiye’nin güvenliği, huzuru, refahı ve geleceği açısından bu problemin bir an önce çözümlenmesi gerekmektedir.

Bölücü terör eylemleri, etno – milliyetçi Kürtçülük hareketin benimseyip uyguladığı bir yöntemdir. İlk başlarda mevzi bir asayiş olayı şeklinde değerlendirilen PKK hareketi, konunun öneminin algılanmaması nedeniyle hızla gelişti. Örgüt son derece acımasız ve gaddar davranarak bölge halkı üzerinde korkuya dayalı bir egemenlik kurdu. Talimat ve yönlendirmelerine uymayan kimseleri şiddetle cezalandırarak yıldırdı. Suriye ve Kuzey Irak’ta barınma ve eğitim kampları kurarak, yabancı servislerden geniş destek alarak örgüt yapısını güçlendirdi. Sonuçta bugüne gelindiğinde 5–6 bin silâhlı militanı bulunan, 50’den fazla belediyeye sahip olan, siyasi kanadı DTP ile Mecliste temsil edilen, 10 milyarlarca dolarlık parasal kanada hükmeden bir örgütle karşı karşıyayız.

Örgütün silahlı eylemleri ve yoğun propagandasıyla bölgede bir taban oluşturduğu ortadadır. Ancak PKK ve DTP’nin Kürt kökenli yurttaşlarımızın tümünü temsil ettiği ve iradelerine hükmettiği söylenemez. Yapılan son anketlere göre Türkiye genelinde Kürt oranı % 15,7’dir. DTP’nin aldığı en yüksek oy ise, %5,7’dir. İstanbul’da yaşayan Kürtlerin oranı ankete göre %15’tir. DTP İstanbul’da %4 oy almıştır. Ancak ülke genelinde %5 civarında olsa bile belirli bir taban oluşturduğu bir gerçektir.

Ülkenin belirli bir bölgesinde yoğunlaşmak üzere farklı bir aidiyet duygusunun ortaya çıkması, etnik – ırkçı bir zemin üzerinde siyasallaşmak istenmesi, üzerinde durulması gereken ve belki de terör eylemlerinden bile daha ciddi bir meseledir. Bunun tarihi, siyasi ve sosyolojik nedenleri etraflı şekilde incelenmeden, bu coğrafyada bin yıldır sürüp gelen bir kültür ve medeniyet bütünlüğünü son yüzyılda bozulup ayrışmaya dönüştüren faktörler dikkate alınmadan probleme çözüm bulunamaz.

Kürtlerle Türklerin sosyolojik görünümüne bakıldığında kısmi bir etnik ve dil farklılığının dışında bütün kültürel alanlarda, inanç yapısında, günlük yaşayış ve insani ilişkilerde hiçbir farklılığın söz konusu olmadığı görülmektedir. Eğitim ve kültür hayatımızda hâkim olan ve yıllardır uygulanan pozitivist düşünce ve zihniyet sebebiyle toplum hayatımızda ortaya çıkan huzursuzluklar, kırılmalar ve gerginlikler tüm ülkede olduğu gibi güneydoğuda da huzursuzluklara ve tepkilere yol açtı. Kültür ve inanç bütünlüğünün hayati önemi Türkiye’yi yönetenlerce iyi algılanmadığından özellikle 1965’lerden sonra “Halklara Özgürlük” sloganıyla bölgeye nüfuz etmeye çalışan Marksist kesimlerin girişimleri etnik fitneyi kışkırttı. Bu arada 12 Eylül askeri rejim döneminde Diyarbakır hapishanesi başta olmak üzere sergilenen gayri insani yöntemler nefret duygularını pekiştirdi. Ancak bu hususta bir gerçeği vurgulamakta yarar var: Jandarma baskısı, Jakoben devlet tahakkümü, totaliter icraat sadece güneydoğuda değil, Türkiye’nin genelinde sergilenmiş olan bir tutumdur. İstiklâl mahkemeleri, Yassıada mahkemesi unutulmaz örneklerdir. Bu ülkenin başbakanı ve iki bakanı sözde Yüksek Adalet Divanı kararıyla idam edilmişlerdir.

12 Eylülde Mamak hapishanesinde yaşananlar, sağcı ve solcu tutuklulara yapılan ağır işkenceler, çekilen acıların sadece Diyarbakır’a mahsus olmadığının örnekleridir. Kaldı ki, düşünce ve inançları nedeniyle eğitim ve öğrenim imkânlarından mahrum bırakılan binlerce gencin sıkıntısı, Türkiye’nin genelini ilgilendiren demokratik haklar ve hukuk probleminin varlığını göstermektedir.

PKK BİR HALK KURTULUŞ ÖRGÜTÜ MÜDÜR?

Batı Dünyası PKK eylemlerini haklarını ve özgürlüklerini elde etmek için çalışan bir halkın meşru mücadelesi şeklinde değerlendirmektedir. Bu nedenle PKK özellikle batı Avrupa ülkelerinden destek ve yardım görmekte, buralarda bir “diaspora” oluşturmasına müsamaha gösterilmektedir. Ülkemizde de eski solcu, neo liberal aydınlar başta olmak üzere, bazı kesimler meseleye bu açıdan bakmaktadırlar. Etno milliyetçi Kürtçülük hareketinin temel tezi de bölgenin Türkler tarafından işgal altında tutulduğu, Kürtlerin zorla asimile edilmeye çalışıldığı, kimliklerini ifade etme imkânı bulamadıkları, ezcümle “sömürge” ortamında yaşadıkları şeklindedir. Her iki cenahtan Türkiye devletini suçlu ve sorumlu göstermek üzere akıl almaz iddialar ortaya atılmaktadır. Bunlardan biri son dönemde bölgede 17 bin faili meçhul cinayet işlendiği ve bunun güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirildiği iddiasıdır. Bu rakamı kimin nerden çıkardığı, hangi belgeye dayandığı, neden 15 veya 20 bin diye telaffuz edilmediği meçhuldür. Ancak bu kuru sıkı iddiaların gerçekmiş sayılarak DTP sözcüleri tarafından sık sık tekrarlanması, liberal kalemlerin yazılarına referans yapılması tipik bir dezenformasyon örneğidir.

PKK-DTP sözcüleriyle neoliberal – demokrat çevrelerin demokratik açılımdan söz ederken meseleye tümüyle etnik açıdan bakmaları, Kürt ulusunun varlığını tanımak şeklinde değerlendirmeleri doğru bir yaklaşım değildir. BM yasasına bakıldığında milletlerin kaderlerini belirleme konusunda self - determinasyon ilkesi olarak belirtilen hususun, BM Genel Kurulunun 1962 tarih ve 1514 sayılı kararında “bir ülkenin ulusal birliğini ve toprak bütünlüğünü tümüyle veya kısmen yok edecek girişimlerin BM Yasasının amaç ve ilkeleriyle bağdaşmadığının” açıkça belirtilmesi suretiyle sarahate kavuşturulduğu görülmektedir. İspanya, Bask ve Katalan milliyetçilerinin bu yöndeki taleplerine karşı onları “ulus”, kendisini de “çok uluslu” devlet olarak tanımlamayı reddetmektedir.

Özetle “Kürt Ulusu” kavramına dayalı bir talebin demokrasinin gereği olarak kabul edilmesi doğru olmadığı gibi bu tarz absürt bir talep Türkiye’nin konfederal bir yapılanmaya gitmesini istemek anlamına gelmektedir. Demokratik hukuk devletinde farklılıkları olan grupların kolektif haklarına yer yoktur. Esasen meselenin en kritik tarafı bu noktada toplanmaktadır. Bireysel hak ve özgürlüklerin bütün yurttaşlara en geniş şekilde sunulması ve evrensel standartlara uygun demokratik bir yaşama ortamı sağlanması ihtiyacıyla bu hak ve özgürlüklerin bireysel çerçevenin dışarısına çıkarılarak kolektif haklara dönüştürülmek, siyasal amaç ve hedefler için kullanmaya çalışmak birbirine karıştırılıyor.

Modern ulus devlet anlayışı ve liberal demokrasi, bireysel özgürlüklerin önünü kapatmaz; tam tersine bireysel kültürel özgürlükleri genişletir, kalitesini artırır. Bütün çağdaş demokratik toplumlarda birlikte yaşamayı sağlayan üst ortak kimlik vardır. Ancak bunun dışında ikincil kimlik özelliklerine sahiplenilmesi, yaşanılması doğaldır.

Önemli olan, kültürel ikincil kimliklerin toplumu bir arada tutan ortak kimliğin önüne geçerek egemen bir kimlik haline dönüştürülmemesidir. Başka bir ifadeyle bireysel özgürlüklerin sınırının, azınlık veya grup haklarıyla kesişmesine, yeni azınlıklar ve üst kimlikler oluşumuna imkân verilmemesidir. PKK - DTP ile bazı liberal çevrelerin Kürt etnik kimliğinin anayasal ve yasal çerçevede grup hakkı olarak tanınmasına ilişkin istekleri, üniter yapımıza yönelik bir tehdittir.

PKK-DTP NE İSTİYOR?

PKK – DTP’nin talepleri önce 2007’de Kandil dağında topladıkları kongrenin kararı olarak açıklandı. Ardından Diyarbakır’da “Demokratik Toplum Kongresi” adıyla yapılan toplantıda tekrarlandı. Daha sonra DTP’nin Genel Kurul kararı olarak ifade edildi. Bu açıklamalara göre:

Anayasada Kürtlerin temel haklarının, bütün kültürlerin varlığının ve kendini ifade etmesinin güvence altına alınması.
Bağımsız Kürt ulus-devlet yerine Öcalan’ın demokratik cumhuriyet talebinin karşılığı şeklinde “ortak devlet”.
Kürtlere özerklik verilmesi. Öcalan son açıklamasında bunu “Kürtler devletin varlığını tanıyacak, devlet demokratik ulus olma hakkını kabul edecek” diye ifade etti.
Özerk bölgeye bayrak ve sembol kullanma hakkı tanınması. Öcalan da son açıklamasında “Kürtler sporunu, eğitimini, dini örgütlenmelerini, meclisini, belediyelerini kendi yapacak; Kürtlerin kendi ihtilaflarını çözecek bir savunma gücü olacak” diyerek buna netlik kazandırdı.
Türk yerine Türkiyelilik; Türk Ulusu yerine Türkiye Ulusu kavramlarının kullanılması. (Liberal yazarların hemen hepsi bu isteği ısrarla vurguluyorlar. Mesela İhsan Dağı şöyle yazıyor: “Kürt meselesinin çözümü son yüzyılda üzerimize giydirilen ulus devlet gömleğinden kurtulmayı gerektiriyor. Zaten sorunun temelinde çoğul ve emperyal bir geçmişten türdeş bir ulus devlet yaratma çabaları yatıyor”. )
Bölge meclisleri kurulması.
Güneydoğuya pozitif ayırımcılık uygulanması.
Özerk bölgelerin başkentinin olması.
Kürtçenin eğitim dili olarak kullanılması, etnik kimliklere siyaset olanağı (etnik parti hakkı) tanınması.
Türkiye için önerilen modelin Irak, İran ve Suriye’de de uygulanması; bu dört ülkedeki Kütlerin temsilcilerinin bir üst kurul olarak halk meclisi (KOMA-GEL) kurmaları.
Tablo son derece açıktır. PKK-DTP’nin isteklerinin hangi amaca yönelik olduğu ortadadır. Bunları demokratikleşme iddialarıyla kamufle etmeye çalışmak, gerçekleri gizlemektir, iyi niyetli bir tutum değildir.

Problemi çözmek için yollar aranırken gerçekleri olduğu gibi görmek ve değerlendirmek gerekir. Örgütün sözcüleri isteklerinden geri adım atma niyetinde olmadıklarını her fırsatta belirtiyorlar.

Meselâ DTP Genel Başkan Yardımcısı Ermine Ayna “Kürt sorununun muhatabı Kürtler, DTP, PKK ve Sayın Öcalan’dır. Yoksa çözemezsiniz. Hak mücadelesi verenlere terörist derseniz barış dili olmaz.” Söylemlerini daha farklı tonda dile getiren DTP Başkanın Ahmet Türk de “Sayın Öcalan farklı kimlik ve kültürler güvence altına alınsın, silâhlar bir ayda bırakılır diyor. Bu son derece önemli ve tarihi bir çağrıdır” diyerek devlete adres gösteriyor.

KIRMIZI ÇİZGİLERİMİZ

Çözüm plânı hazırlanırken öncelikle “kırmızı çizgilerimizin” çok net şekilde belirtilmesi ve temel parametre olarak kullanılması gerekir. Buna göre:

Anayasamızda belirtilen ve devletin kuruluş ilkelerini ihtiva eden üniter ulus devlet ilkesiyle bağdaşmayan hiçbir adım atılamaz.
Yerel yönetimlere inisiyatif verilmesi adıyla siyasi ademi merkeziyetçilik anlamına gelen, en kısa sürede otonomiye, bölgesel özerkliğe dönüşeceği kuşkusuz olan, eski Çekoslovakya, yahut Yugoslavya örneklerini çağrıştıran açılımlar yapılamaz. Türkiye Tanzimat’tan bu yana bürokratik hantallığı gidermek, çağdışı merkeziyetçiliği telâfi ederek yerel yönetimleri daha dinamik yapıya kavuşturmak amacıyla çeşitli girişimler yapmış, projeler hazırlamıştır. Bu tarz bir reform anlayışıyla otonom yönetim isteği birbirinden çok farklı şeylerdir.
Her çağdaş ülkede olduğu gibi dilimiz toplumsal bütünlüğümüzün ve sağlıklı bir devlet hayatının omurgasıdır. Kültürel anlamı aşikâr olan bu hususun hiçbir gerekçeyle sulandırılmaması gerekir. Çünkü demokratik açılımın ortak değerleri güçlendirmek yerine ortak kimlik değerlerini değil, farklı kimlik değerlerini güçlendirecek şekilde yönlendirilmesi, kültürel bağları güçlendirmeden yapılacak özgürleşme girişimleri ayrışmaya yol açar
NELER YAPILABİLİR?

Ortada çok zor bir problemin bulunduğu ve çözümün kolay olmadığı açıktır. Bu açıdan kamuoyunu çok yüksek beklentilere ve belirli tarihlerle bağlantılı vaatlere sevk etmemek gerekir. Meselenin çözüm yeri TBMM olmalıdır. Ancak ilgili kurumlarla çok yakın ve sıcak ilişki kurularak, görüş ve düşünceleri alınarak bir “Devlet Plânı” hazırlanmalıdır. İktidar partisiyle iki ana muhalefet partisinin bu plân üzerinde ortak mesai yaparak, görüş birliği sağlayarak “milli politika” oluşturmaları zaruridir. Türkiye’nin kaderi söz konusu olduğundan siyasi hesaplar bir kenara bırakılmalı, müşterek hazırlanacak “milli politika” ekseninde buluşulmalıdır.

Bu meselede en büyük sıkıntı PKK’nın bölgedeki varlığıdır. 5–6 bin silâhlı militanın bölge halkı üzerindeki tehdidi ortadan kaldırılmadan, insanların iradelerini özgürce sergileyebilecekleri bir ortam oluşturulmadan atılacak her adım havada kalmaya mahkûmdur. PKK’yı silâh bırakmaya yönlendirmek için ABD ve Kuzey Irak yönetimiyle gerekli ilişkiler kurulmalı, Kandil dağındaki varlığı tecrit edilerek, lojistik destekleri kesilerek silâh bırakmaya ikna edilmelidir.

Çeşitli alanlarda kısa vadede atılabilecek adımlar vardır ve bunlar doğru tespit edilmelidir. Meselâ üniversitelerde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü açmayı düşünmek fevkalâde yanlıştır. Çünkü Kürtçenin ne enternasyonal bir zenginliği ve derinliği, ne de bir devlet dili olma özelliği var. Bunun yerine “Kürt Araştırma Enstitüsü” açılabilir. Ancak bu tip bir enstitünü açılacağı yer henüz tabelâ görünümünde bulunan bölgedeki çiçeği burnunda üniversiteler değil, İstanbul yahut Ankara Üniversitesi gibi alt yapısıyla, öğretim elemanlarıyla ve birikimiyle bu işe uygun olan üniversitelerdir.

Keza Kürtçenin ilk ve orta dereceli devlet okullarında okutulması son derece yanlıştır.

Problemi çözmeye çalışırken iki hususa özen gösterilmesi gerekir: Birincisi güvenlik güçlerinin ülke genelinde olduğu gibi bölgedeki varlığı ve etkinliği son derece önemlidir. PKK her ne kadar göstermemeye çalışsa bile, güvenlik güçlerimiz karşısında başarısız kalmıştır. Doğrudan çatışmaya girmemeye, uzaktan kumandalı mayınlarla varlığını sürdürmeye çalışmaktadır. Güvenlik güçleri inisiyatifi elinde bulundurmaya devam edecek şekilde yönlendirilmelidir. İstihbarat çalışmaları çok daha güçlendirilerek PKK adım adım izlenmeli ve gerekli tedbirler zamanında alınmalıdır. Geçen yıllarda saldırıya uğrayan karakollarda ortaya çıkan yerleşim zaafları ortadan kaldırılmış olmalıdır. Güvenlik güçlerinin moralini üst düzeyde tutmak için gerekenler yapılmalıdır.

Bölgenin sağlık ve eğitim alanları başta olmak üzere doğrudan insana hizmet veren birimleri ıslah edilmelidir. Bölgede görevlendirilecek valiler, kaymakamlar, bütün kamu görevlileri nitelikli, becerikli ve misyon bilincine sahip kimselerden seçilmelidir. Sosyal ve kültürel faaliyetler artırılmalı, karşılıklı değişim programlarıyla orta ve yüksek öğrenim öğrencileri değişik bölgelerde misafir edilmelidir. GAP projesinin tamamlanmasına ilişkin girişimler hızlı bir şekilde devam etmeli, bölgeye yatırım yapmaya niyetli özel girişimciler desteklenmelidir.

Kısa, orta ve uzun vadeye insicamlı bir şekilde yayılacak bir “makro plânın” başarılı olmasının temel şartının PKK’nın silâhlı tehdidinin ortadan kalkması olduğu gerçeği göz önünde tutularak, bunu sağlayacak girişimcilere öncelik verilmelidir.

Bu problemin çözümünün Türkiye’nin geleceğini belirleyecek en güçlü faktör olduğu bilinci içerisinde milliyetçi bir sivil toplum kuruluşu olarak her zaman olduğu gibi üzerimize düşeni yapmaya, katkı sağlamaya çalışacağız.

Nuri GÜRGÜR
Türk Ocakları Genel Başkanı

5 Nisan 2008 Cumartesi

14 Aralık 2007 Cuma

İsrail insanlık suçu işledi


BM Çocuk ve Silahlı Çatışmalar Özel Temsilcisi Radika Coomaraswamy, İsrail'in geçen yıl Lübnan'da Hizbullah'a karşı yürüttüğü savaştaki eylemlerinin çoğunun, uluslararası hukukun ihlali olduğunu söyledi. Radika Coomaraswamy, Beyrut'ta gazetecilere yaptığı açıklamada, geçen yıl İsrail askerlerinin kuşattığı Bint Cbeyl'e bağlı bir köydeki yıkım karşısındadehşete düştüğünü belirterek, Ortadoğu gezisinde bir sonraki durağı olan İsrail'de bu konuyu hükümetle görüşeceğini bildirdi. Coomaraswamy, İsrail'in savaş sırasında milyonlarca misket bombası kullanmasına da atıfta bulunarak, "Mesajın çok açık olduğunu düşünüyorum; sivillere saygı göstermek ve sivillerle savaşçılar arasında ayrım yapmak" şeklinde konuştu. İsrail'in Hizbullah'a karşı yürüttüğü savaşta 1200'den fazla Lübnanlı, 120 İsrail askeri ölmüştü.

19 Kasım 2007 Pazartesi

Kaçak Elektrik Oranları


Doğuda elektriğin yüzde 64'ü kaçak

Özelleştirme İdaresi elektrikte kayıp kaçak haritası çıkardı. Dicle bölgesinde kayıp kaçak oranının yüzde 64.3'le rekor düzeyde olduğu ortaya çıktı

Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB), 20 elektrik dağıtım bölgesinin özelleştirilmesi öncesinde Türkiye'nin elektrikte kayıp - kaçak haritasını çıkardı. Buna göre, kaçak elektriğin en fazla olduğu dağıtım bölgesi yüzde 64.3'lük kaçak oranıyla; Diyarbakır, Mardin, Siirt, Şanlurfa, Batman ve Şırnak'a elektrik dağıtan Dicle bölgesi oldu.
Türkiye genelinde, dağıtılan elektriğin yüzde 17.8'ine denk gelen 20 bin 181 gigawatt / saat(gwh) enerjinin kayıp - kaçak kapsamına girdiği belirlendi.

93 bin 196 gwh satıldı
Elektrik dağıtım bölgelerinin özelleştirilmesi için düğmeye basan ÖİB ve Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş.'nin (TEDAŞ) hazırladığı raporda, 2005 verilerinden yola çıkılarak 20 bölgedeki kayıp - kaçak oranı, abone sayısı, dağıtılan elektrik miktarı, tüketim oranları gibi yatırımcılara ışık tutacak bilgilere yer verildi.
Buna göre, kayıp - kaçak oranının en yüksek olduğu bölge olan Dicle'de, alınan 11 bin 219 gwh elektriğin sadece 4 bin 3 gwh'si satıldı. Geriye kalan 7 bin 216 gwh'lik elektrik hem iletimdeki kayıp hem de kaçak elektrik kullanımı nedeniyle faturalandırılamadı.
Dicle bölgesini yüzde 62.1'lik kayıp - kaçak oranıyla Van Gölü, yüzde 31.7 ile Aras, yüzde 16.2 Boğaziçi, yüzde 14.4 ile Çoruh ve yüzde 14.3 ile Fırat elektrik dağıtım bölgesi izledi. Dağıtım bölgelerinin aldığı toplam 113 bin 376 gwh elektriğin 93 bin 196 gwh'si satılırken, 20 bin 181 gwh'si kayıp - kaçak oldu.

Osmangazi'de en az
Kaçak elektrik oranının en düşük olduğu yer ise, yüzde 6.9'la Afyon, Bilecik, Eskişehir, Kütahya, Uşak illerini kapsayan Osmangazi bölgesi oldu.
Osmangazi bölgesinde alınan 3 bin 670 gwh elektriğin 3 bin 418 gwh'si satılırken, kayıp - kaçak nedeniyle bedeli tahsil edilemeyen elektrik miktarı 252 gwh oldu.
Rapora göre, 20 dağıtım bölgesinde en fazla elektrik tüketimi sırasıyla Boğaziçi (İstanbul ili Avrupa yakası), Toroslar (Adana, Mersin, Osmaniye, Hatay, Gaziantep, Kilis), Gediz (İzmir, Manisa) ve Başkent (Ankara, Kırıkkale, Zonguldak, Bartın, Karabük, Çankırı, Kastamonu) oldu. En düşük elektrik tüketimi de 757 gwh ile Van Gölü bölgesinde gerçekleşti.
Rapora göre; kayıp - kaçak elektriğin dağıtım bölgelerini alan işletmecilerin gelirini olumsuz yönde etkilemesinin ve bölgesel farklar yaratmasının önüne geçilecek.
Bölgeler arası fiyat eşitsizliğini önlemek için, ilk dönemde "ulusal tarife" uygulaması devam edecek.

İşte elektrikte kayıp kaçağın fotoğrafı

DİCLE
Diyarbakır, Mardin, Siirt, Şanlıurfa, Batman, Şırnak
Kaçak (Gwh) 7216
Yüzde (%) 64.3

VANGÖLÜ
Bitlis, Hakkari, Muş, Van
Kaçak (Gwh) 1241
Yüzde (%) 62.1

ARAS
Ağrı, Erzincan, Erzurum, Kars, Bayburt, Ardahan, Iğdır
Kaçak (Gwh) 615
Yüzde (%) 31.7

ÇORUM
Artvin, Giresun, Gümüşhane, Rize, Trabzon
Kaçak (Gwh) 279
Yüzde (%) 14.4

FIRAT
Bingöl, Elazığ, Malatya, Tunceli
Kaçak (Gwh) 274
Yüzde (%) 14.3

ÇAMLIBEL
Sivas, Tokat, Yozgat
Kaçak (Gwh) 178
Yüzde (%) 10.3

TOROSLAR
Adana, Mersin, Osmaniye, Hatay, Gaziantep, Kilis
Kaçak (Gwh) 1513
Yüzde (%) 13.1

MERAM
Kırşehir, Nevşehir, Niğde, Aksaray, Konya, Karaman
Kaçak (Gwh) 332
Yüzde (%) 7.1

BAŞKENT
Ankara, Kırıkkale, Zonguldak, Bartın, Karabük, Çankırı, Kastamonu
Kaçak (Gwh) 1004
Yüzde (%) 11.1

AKDENİZ
Antalya, Burdur, Isparta
Kaçak (Gwh) 412
Yüzde (%) 9.3

GEDİZ
İzmir, Manisa
Kaçak (Gwh) 727
Yüzde (%) 7.1

ULUDAĞ
Balıkesir, Bursa, Çanakkale, Yalova
Kaçak (Gwh) 674
Yüzde (%) 10.1

TRAKYA
Edirne, Kırklareli, Tekirdağ
Kaçak (Gwh) 336
Yüzde (%) 9.9

AYEDAŞ
İstanbul ili Anadolu Yakası
Kaçak (Gwh) 734
Yüzde (%) 10.4

OSMANGAZİ
Afyon, Bilecik, Eskişehir, Kütahya, Uşak
Kaçak (Gwh) 252
Yüzde (%) 6.9

SAKARYA
Sakarya, Bolu, Düzce, Kocaeli
Kaçak (Gwh) 578
Yüzde (%) 12.3

BOĞAZİÇİ
İstanbul İli Avrupa Yakası
Kaçak (Gwh) 2730
Yüzde (%) 16.2

MENDERES
Aydın, Denizli, Muğla
Kaçak (Gwh) 403
Yüzde (%) 9.1

GÖKSU
Adıyaman, Kahramanmaraş
Kaçak (Gwh) 283
Yüzde (%) 10.7

YEŞİLIRMAK
Amasya, Çorum, Ordu, Samsun, Sinop
Kaçak (Gwh) 399
Yüzde (%) 11.8

TOPLAM Kaçak 20.181 Yüzde: 17.8
Bölgelere göre kayıp - kaçak elektrik miktarı ve toplam alınan elektrik miktarı içerisindeki payı.

30 Ekim 2007 Salı

Nereden nereye!..

Nereden nereye!..

21'inci yüzyılın Türklerin Yüzyılı olacağı iddiasıyla 20'inci yüzyılı uğurlamıştık. Umutluyduk...

Sovyetler Birliği dağılmış ve bağımsız Türk devletleri ortaya çıkmıştı. Yıllarca Esir Türklere Özgürlük diye haykırarak yollarını gözlediğimiz kardeşlerimiz, bağımsız devletlerini kurmuşlar, özgür olmuşlardı. Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar, geniş bir coğrafyada ekonomik, kültürel ve siyasi nüfuz alanımızı genişletecek rahat bir iklim ortaya çıkmıştı.

Demokrasiyle tanışma imkanı bulamamış, teknolojisini yenileyememiş, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını pazara taşıyamamış, uzun yıllar dünyadaki gelişmelere kapalı kalmış kardeşlerimize, sahip olduğumuz imkanları götürmek ve onlarla kenetlenmek için tarihi bir fırsat yakalamıştık!..

İki kutuplu dünyanın ortadan kalkmasıyla birlikte, Ortadoğu ve Asya üzerinde ittifak arayışları içinde olan ABD ve AB, gözlerini Türkiye'ye çevirmiş, bizim üzerimizden o bölgelerde ittifaklar oluşturmayı düşündüklerini telaffuz etmeye başlamışlardı.

Rusya bile yaklaşık yüzyıl birlikte olduğu toplumların kurduğu devletlerle olan ilişkilerinde Türkiye'yi dikkate alan bir bakış açısını hissettiriyordu.

Yakamıza yapışan bölücü terörü önemli ölçüde temizlemiştik. Suriye başta olmak üzere, bölge ülkeleriyle aramızdaki problemleri asgariye indirecek bir süreci çalıştırma niyetimiz karşılık bulmuştu. Bölgesel bir güç konumuna gelmemiz için pürüz oluşturacak konular yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştı.

Gürcistan, Romanya, Bulgaristan gibi ülkelere kredi açarak bu vesileyle o ülkeleri uluslararası platformlarda arkamıza almayı bile düşünebiliyorduk.

Yeni kurulan Türk cumhuriyetlerinin yöneticileri tarafından yapılan aynı millet, iki ayrı devlet türü açıklamaların sıcaklığıyla 300 milyonluk bir pazarın kapısının açıldığını görüyorduk.

Avrupa ile Asya arasında enerji köprüsü olabilmemizi sağlayacak, başta Bakü-Ceyhan Boru Hattı olmak üzere, birçok uluslararası projede söz sahibi olacak güçte görünüyorduk.

Dostumuz ve düşmanımız bizi bir dev uyanıyor düşüncesiyle izliyordu. Ağabeyleri olduğumuzu iddia ettiğimiz ülkeler, neredeyse tüm imkanlarını önümüze koymuş bize ümitlerini bağlamıştı. Kimi ordumu, kimi bankacılık sistemimi kur diyordu. Kimileri ise pamuğunun, petrolünün, altınının satılmasına yardımcı olmamızı istiyordu.

Velhasıl, 20'inci yüzyılın son on yılındaki Türkiye fotoğrafının özeti buydu. 21'inci yüzyıla bu imkanlarla merhaba dedik!..

Dedik de ne oldu?

2007 yılına geldiğimizde, yukarıda ifade etmeye çalıştığım imkanların tamamını tüketmiş, ianeye muhtaç, tefecinin kanını emdiği, elindeki avucundakini yok pahasına yapancılara peşkeş çeken, üretmeyen, cinnet kültürünün tırmandığı, AB kapısından içeri girmek için yalvaran, Türk dünyasına arkasını dönmüş, AB ve ABD'nin direktifleriyle hareket eden, aşağılanan, terörün hemen her gün can aldığı, Barzani'nin efelenme cesareti bulabildiği, sınırlarının üzerine hesap yapılan, bir Türkiye fotoğrafıyla karşı karşıya kaldık.

Vah ki vah…

Bırakın 21'inci yüzyılın Türk Yüzyılı olmasını, Türkiye'nin, dünyada yaşananları ve yaşanacakları planlayanların masasına, bir yanaşma gibi bile oturamadığı, bu sonucun mimarı kimdir?

Tabi ki, anayasayı değiştirecek sayıda milletvekiline sahip, 59 ve 60'ıncı AKP hükümetinin kadroları ve onların 5 yıldır uyguladığı politikalardır.

Enkaz edebiyatı ile iktidara gelen AKP, Türkiye'yi, Talabani isimli peşmerğe başının kedisini bile laik görmediği bir enkaza dönüştürmüştür. Yazık…

Muhabbetle…


___________________________________
Gürcan DAĞDAŞ

RAHATÇA KÜFÜR EDEBİLMEK İÇİN SPONSOR ARIYORUM

Kapatılan DEP eski Milletvekili Leyla Zana, terörist başı Abdullah Öcalan’dan Kürt lideri diye Kürtçe lisanı ile söz ederek,

“Ben Türkiye’ye onu affedin diyeceğim ama zaten o bunu kabul etmez. 9 yıl adaya
aldınız halktan kopardınız. Eğer o halkı ile bir araya gelip özgürce siyaset
yaptıktan sonra o zaman da Kürtler silaha sarılırsa, onlara karşı ilk mücadeleyi
ben veririm
” demiş.

Şimdi Yüce Rabbime sitem ediyorum;

“Yüce Allah’ım ya beni paralı birisi yapsaydın. Yada bu kahpe döllerini, dağ artıklarının, mağara yosmalarının cezalarını bu dünyada insanlığın önünde verse idin.

Sen her şeyi bilensin içimden neler geçtiğini de elbette biliyorsun. Ama şu kahrolası (Basın yasası) yüzünden şöyle ağız tadınca, üstürubunca hak ettikleri güzel küfürü maalesef edemiyorum. “

Şimdi şu acizane köşemden bu satılmış kahpelerin ağzının payını verebilmek için, Küfürümü rahatlıkla söyleyebilmek için, tazminatımı ödeyecek bir babayiğit, bir sponsor arıyorum.

Kimse kusuruma bakmasın, artık sözcüklerin bittiği bir noktadayım.

.....Ve benim gibi onlarca milyonların olduğunu da gayet iyi biliyorum.

Allahtan ki; vesikalanmayan suça daha ceza verilmiyor.

Onun için de her kes şunlara neler dediğimi gayet iyi anlıyor.

Şimdilik kalın sağılacakla...



Selami Türkmen

27.10.2007 – Erzurum


SUÇLU BULUNDU:ÜLKÜCÜLER

Medya suçluyu buldu.Ülkücüler.

Son zamanlarda Millet olarak bölücü teröre gösterilen tepki fincancı katırlarını ürkütünce bir önlem alma gereği duyuldu.Önce öğrencilerin Pkk aleyhindeki mitinglere gitmesi yasaklandı ardındanda medyamız sokaklara dökülen vatandaşlara saldırmaya başladı.Bayrak asanından tutunda kahrolsun pkk diyenlere kadar Türk evladı hedef tahtasına oturtuldu.Cengiz Çandarlardan Nazlı Ilıcaklara,Can Dündar dan Perihan Madanlara varıncaya kadar köşe yazarları bu tip mitinglere katılanları linç kültürüne sarılmakla suçladı.Mitinglere ön plana çıkan ülkücüler provakatörlükle itham edildi..Ama apo salınsın Pkk siyaset yapsın,arkamızda cudi var,pkkye örgüt diyemeyiz diyenlere ses çıkaran olmadı.Bu ülkede medya ve pkk haklı devlet ve vatandaş haksız.Acaba ülkemizi medya yönetse kaç dakikada memlekeeti satar?....

26 Ekim 2007 Cuma

Genelkurmay: Şemdinli'de 30 terörist öldürüldü

Genelkurmay Başkanlığı'ndan yapılan açıklamada Şemdinli'de 30 teröristin öldürüldüğü bildirildi.


Açıklamada şöyle denildi:

"23 Ekim 2007 günü saat 22:00 sıralarında, Türkiye-Irak sınırı üzerinde konuşlu Yeşilova Hudut Karakolu tarafından, kalabalık bir terörist grup saldırı hazırlığı halinde iken tespit edilmiş ve terörist grup tank, topçu ve diğer ağır silahlarla anında ve yoğun şekilde ateş altına alınmıştır.

Bu durum karşısında Irak topraklarına kaçmaya başlayan terörist grup, ateşlerle takip edilmiştir.

Olaydan sonra bölgedeki kaynaklardan ve diğer vasıtalardan elde edilen istihbarat bilgilerinden, 30’dan fazla teröristin etkisiz hale getirildiği değerlendirilmiştir. Arazi arama ve tarama faaliyetleri devam etmektedir.

Türk Silahlı Kuvvetleri dün olduğu gibi bugün ve yarın da vatanın bütünlüğü ve milletin huzuru için üzerine düşen görevi kahramanca, canı ve kanı pahasına yapmaya devam edecektir.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur. "

Başbakan'ın uçağına binmenin kriterleri?

Geçmişte Başbakanlık uçağına binmenin bugünkü gibi özel kriterleri yoktu.
Turgut Özal’dan Yıldırım Akbulut’a, Mesut Yılmaz’dan Süleyman Demirel’e, Tansu Çiller’den Necmettin Erbakan ve Bülent Ecevit’e kadar AKP öncesi makamda oturan istisnasız bütün Başbakanların çağrısıyla bu uçağa bindim ve onlarca seyahate katıldım.
Çağrılış sebebim sadece gazeteci olmamdı.
Özalcı değildim ama, Özal’ın davetini aldım.
Çiller’e muhaliftim ve aleyhinde yazılar yazıyordum ama yine çağrıldım.
Erbakancı hiç olmadım ve eleştirdim ama gel dediler.
Sol’da değilim ama Ecevit’in vazgeçilmez ismiydim.
Yani geçmişteki davet kriteri, sadece gazeteci olmakla sınırlıydı.
Bu kriter istisnasız herkese de eşit biçimde uygulanırdı.
Canlı örnek, yukarıda sunduğum gibi benim.
Gelelim bugüne?
Yok, bugün pek çok şey gibi, Başbakanlık uçağına binmenin kriterleri de değişmiştir.
Dün bu uçağa binmek için gazetecilik yeter bir özellik iken, bugünkü fotoğraf tam bir faciadır.
Peki ne mi gerekiyor bu uçağa davet edilmek için?
İşte Tayyip Erdoğan’ın uçağına çağrı almak için olması gereken özellikler, ya da daha doğru bir ifade ile bu uçağa çağrılanların ortak özellikleri:
1) Tarikat ve cemaat medyalarının mensubu olanlar.
2) İkinci Cumhuriyetçiler.
3) TSK ile kavgalı ve mahkemelik olanlar.. (Vakit ve Hasan Karakaya örneği.)
4) AB’ye yandaş olanlar... (Avrupa Birliği’ni istemeyen uçağa alınmıyor.)
5) Atatürk’ü aşağılayan yazarlar çağrılırken, AKP’yi zerre eleştirenler çağrılmıyor.
6) Antiamerikancılar uçağa binemiyor.
7) Barzani ve Talabani karşıtları davet almıyor.
8) Barzani ve Talabani ile iş ortağı olduğu iddia edilen isimler ise baş köşede oturtuluyor. (Cengiz Çandar örneği)
9) ‘Hepimiz Ermeniyiz’ diye slogan atanlar davet alıyor ve saygın konuk muamelesini görüyor.
10) ‘Hepimiz Türküz’ diyen Milliyetçi-Türkçü hiç bir yazar davet almıyor.
11) Sansüre boyun eğenler çağrılırken, ona karşı çıkanlar dışlanıyor.
12) ‘Sözde değil, özde laiklik gerek’ diyenler tamamen kadro dışı.
13) Tayyip Erdoğan’a eleştiri yöneltenin, Başbakanlık uçağına binme şansı milyonda bir bile değil.
14) Başbakan’a hoşlanmadığı soruyu sorma potansiyeli olan da asla binemez.
Evet gördüğünüz gibi artık Başbakanlık uçağına binmeniz için bu ve benzeri özellikleri taşımak gerekiyor.
Yukarıda da belirttik. Dün bunlar yoktu. Dün o uçağa binmek için sadece gazeteci olmak yetiyordu. Bugün yetmiyor.
İşte AKP ve Tayyip Erdoğan’ın çoğulculuktan, özgür basından ve söz etme hürriyetinden ne anladığı ortadadır.
Ve bu Tayyip Erdoğan, bir de AB’ci ve özgürlükçü kesilmiyor mu, çıldırasım geliyor!



S.ÖNKİBAR

25 Ekim 2007 Perşembe

Sivasspor Lider




18 Eylül 2007 Salı

Plan Yapmayın Plan

Plan Yapmayın Plan




Mithat SAYAR


İsmail Türüt bir eser seslendirdi yer yerinden oynadı.


Neymiş efendim Faşist ruhlarla yazılmış.


Neymiş efendim ayrılıkçık duygularını pekiştiriyormuş.


Neymiş efendim halkı ayrıştırıyor, tahrik ediyormuş.


Neymiş efendim Ogün ve Yasin’e methiyeler diziyormuş.


Ozan Arif güzel yazmış, İsmail Türüt’te güzel seslendirmiş. Her kelimesinin altına imzamı harfiyen atıyorum. Eseri dinleyen bir kişide video yaparak video paylaşımı olan Youtube denilen sitede yayınlamış. Yayınlanınca kızılca kıyamet koparılmaya başlandı. Pes doğrusu bu bahsettiğiniz sitede bir gezinde nelerin olduğuna bir göz atın.


Youtube dediğiniz sitede Mehmetçikleirmizi şehit eden PKK’nın her türlü propagandası yapılıyor buna ses yok, Atatürk’e hakaretler var kimsede ses yok, Türkiye’ye kin ve nefret var ses seda yok, Alparslan Türkeş’e hakaret var ses seda yok, Türk Milletinin incisi askeriyeye çirkin iftiralar var ses seda yok, ama vatan sevdalısı bir eserin videosu yayınlanınca KIYAMET kopuyor. İsmail Türüt linç edilmek isteniyor. Eseri yazan Ozan Arif linç edilmek isteniyor. Ülkede o kadar ihanete rağmen görevlerini yapmayanlar bu eser incelemeye alıyorlar, soruşturma açıyorlar. Eserde ne deniliyor ki vatan sevgisi ve ülkede oynanan oyunları ortaya koyan bir çalışma.


Neden birileri bu eserden rahatsız oldular acaba?


Sokaklarda PKK’yı simgeleyen çaput parçaları ile yürüyenlere, bebek katili APO’nun resimleri ile dolaşanlara, askere, polise kurşun sıkanları kardeş ilan edenlere, devletin imkanlarıyla terörist leşini taşıyanlara, PKK’ya terör örgütü diyemeyenlere sesini çıkarmayanlar vatan sevdasını anlatan bir destan için havlıyorlar, saldırıyorlar. Hemde kadrolu bir şekilde.. Amaçları Türkiye Sevdalılarını, Türk Milliyetçilerini yıldırmak….


Bu ülkede ERMENİYİZ diye bağıranlara sesi çıkmayanlar “Ne Mutlu Türk’üm diyene” diyen herkesi ırkçı, faşist ilan ediyorlar.


El insaf bu kadarı da olmaz artık.


Bu memleket sahipsiz değil…


Bu memleketi seven vatan sevdalısı olan İsmail Türüt gibi, Ozan Arif gibi nice koç yiğitler var onlar sahipsiz değiller. Bu vatan dünya döndükçe varolacak, yüce Türk Milleti her dem yeniden doğacak.


Bizler ne İsmail Türrüt’ü bitirmenize izin veririz, ne de Ozan Arif’i…


Bugün onlara yapılmak istenen linç aslında Yüce Türk Milletine yapılmak isteniyordur.


Herkes aklını başına alsın ve Türk’ün sabrını sınamasın.


İsmail Türüt ve Ozan Arif yalnız değildir.

Onların yanında, arkasında Yüce Türk Milleti vardır.


Destanı gelin birde buradan okuyalım, hem de bağıra bağıra….


Plan Yapmayın Plan
Gitmez Karadeniz’de
Kahpelik yalan dolan
Tutmaz Karadeniz’de



Bırakın çan çalmayı
Ermenici olmayı
Millet böyle dolmayı
Yutmaz Karadeniz’de



O gün öyle desinler
Bugün böyle desinler
Fatihalar, Yasinler
Bitmez Karadeniz’de



Şerefini Şanını
ortaya kor canını
Hiç kimse vatanını
Satmaz Karadeniz’de



Anladık var öcünüz
Belli kuyruk acınız
Kargaşaya gücünüz
Yetmez Karadeniz’de



Vatan satsa bir kişi
Anında biter işi
Türk ve İslam güneşi
Batmaz Karadeniz’de...





NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE……..
İZMİR Barosu Başkanı Nevzat Erdemir, ‘Plan yapmayın plan’ isimli şarkısı nedeniyle hakkında soruşturma başlatılan türkücü İsmail Türüt'e yönelik eleştirilere katılmadığını belirterek, “Yurtsever duyguları şiirle, şarkıyla dile getirmek kutlanması gereken bir davranıştır'' dedi. İzmir Barsou Başkanı Avukat Nevzat Erdemir, İsmail Türüt'ün, Ozan Arif'in sözlerini yazdığı ‘Plan yapmayın plan’ isimli şarkısını dinlediğini ve şarkıda gazeteci Hrant Dink ve Rahip Santoro cinayetlerini öven bir unsur görmediğini söyledi. Şarkıda, ABD Başkanı George Bush'a, bölücülüğe ve ‘Türkiye ile ilgili oynanan oyunlara’ göndermelerin olduğunu dile getiren Erdemir, “Yurtsever olmak ve yurtsever duyguları şarkıyla, şiirle, resimle, yazıyla ifade etmek kutlanması gereken bir davranıştır. Türkiye’de bir süreden beri yurtsever olmak, ulusal değerleri savunmak, neredeyse aşağılanan bir davranış haline geldi. Düşünce ve kanaatleri şarkıyla, besteyle açıklama ve yayma özgürlüğü vardır. Sözlerde kesinlikle bu cinayetlerin olumlanması söz konusu değildir. Bu yöndeki eleştirileri samimi bulmuyorum. Şarkıda ABD Başkanı Bush'a göndermeler var. ABD'nin Afganistan'da, Lübnan'daki hukuk dışı uygulamaları herkesin gözü önündedir'' dedi.

15 Ağustos 2007 Çarşamba

Açeh,Türk Bayrağını kendi bayrağı yapıyor...


Endonezya Aceh'te müthiş Türk sevgisi... Tsunaminin yıktığı Aceh'i, Türk Kızılay'ı adeta yeniden inşaa etti Aceh yönetimi de Endonezya bayrağının kırmızı bölümüne, ay yıldız koyma kararı alarak minnetini gösterdiTsunami felaketinden sonra Endonezya ve Sri Lanka'daki yardım faaliyetlerine Türkiye damgası vuruldu... Arkasına Başbakanlık desteğini alan Kızılay'ın yaptığı sosyal konutlar, "Türkiye, Türkiye" sloganları ve sevgi gösterileri arasında hak sahiplerine teslim edildi. Türk Kızılay'ı 2 yılda Sri Lanka'da 450 konut, 1 okul ve Budist tapınağı ile arıtma tesisleri yaptı. 4 camiyi onardı. Endonezya'da ise 1052 konut, 4 okul ve sosyal tesisler inşa edildi. Tsunamiden zarar gören Rahmatullah Camii'nin onarımı da, Türk Kızılay'ı tarafından gerçekleştirildi.
bakan şahin dinçer e SEVGİ
Yüzyılın felaketinin 2. yıldönümünde Kızılay'ın yaptığı inşaatlar, Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin ile Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer'in de katıldığı törenlerle teslim edildi. Törenlerde yapılan konuşmalarda Türkiye'ye şükran duyguları iletildi, "Türkiye, Türkiye" sloganları atıldı. Türk bayrakları dalgalandı. Yerel halk, Kızılay’a sevgi gösterilerinde bulundu. Bu arada, Endonezya'nın Aceh Eyaleti'nde çocuklardan oluşan bando, defalarca 10'uncu Yıl Marşı'nı çaldı.
YENİ YÖNETİMİN ŞÜKRAN JESTİ
Öte yandan Endonezya'nın Aceh Eyaleti'nde seçimlerle işbaşına gelen yeni yönetim, Türk Bayrağı'nı yerel bayrak yapmayı kararlaştırdı. Üç ay sonra göreve başlayacak olan ve "Jön Türkler" olarak adlandırılan yerel yöneticiler, Parlamento'da ilk iş olarak bayrak değişikliği kararını alacaklar. Endonezya Milli Bayrağı'nın bir köşesine, ay yıldızlı Türk Bayrağı'nı yerleştirecekler. Bu değişiklikle Aceh semalarında, ay yıldızlı Türk Bayrağı dalgalanacak
.
Emin PAZARCI / ENDONEZYA

Yola devam

Erdoğan, ''Her şey daha iyi olacak. Yola devam'' diyerek koltuğa bir kez daha oturdu. Ancak yatırım yapmayan, her şeyi yabancılara havale eden AKP politikasının korkunç sonuçları Türkiye'ye fena vuruyor.Korkutan tabloHÜKÜMETİN yılllardır uyguladığı Türk parasının değerini yüksek tutarak yabancı sıcak parasını ülkeye getirmesinin acı sonuçları ortaya çıkıyor. ABD'de mortagage şirketlerinin nakit sıkıntısına girmesiyle derinleşen uluslararası mali piyasalardaki krizin Türkiye gibi yükselen piyasaları bu defa kötü vurabileceği uyarısı yapıldı. Uzmanlar, krizin bu defa Türkiye gibi piyasaları kurtarmamız çok zor olacak" görüşünü ifade ettiler.Enerji krizi kapıda DÜNYA Bankası ise hazırladığı bir raporla Türkiye'yi uyardı: "Santrallar alarm veriyor, elektrik ve gaz kesilebilir." DB raporunda, seçim öncesi elektrik kesintilerini önlemek için santral rehabilitasyonlarını askıya alması eleştiri konusu yapılırken, "Santralların kullanım kapasitesi düşük, bir an önce bakıma alın ve özelleştirin" denildi. Banka, özel sektörün elektriği kamudan düşük fiyata aldığını, ürettiği elektriği ise yüksek tarifeden satarak kâr ettiğini belirtti.Faiz lideri TürkiyeTÜRKİYE ekonomisinin faize bağlı olduğu ve bütüçenin tamamına yakınının faizlere gittiği belirtilirken hazırlanan yeni bir çaşma korkunç durumu ortaya serdi. Türkiye faizci ülkelerin başında geliyor. Türkiye 42 ülke arasında yatırımcıya en yüksek faizi veren ülke çıktı. 3 ay vadede en yüksek faiz yüzde 19,14'le Türkiye'de. Türkiye'yi yüzde 11,93'le Brezilya takip ediyor. Şili, Arjantin gibi ülkelerde Türkiye'den daha az faiz verirken, en düşük faizi yüzde 0,63'le Japonya ödüyor. Macaristan'da ise faizler yüzde 7,66 olarak belirleniyor. Çalışmaya göre Rusya'daki faiz oranları yüzde 10 düzeyini aşmazken, son dönemde yaşadığı iç karışıklıklarla gündeme gelen Pakistan'da faizler yüzde 9,56'de bulunuyor. 2000'li yıllarda yaşadığı ekonomik krizle gündeme gelen Arjantin'de ise faizler haziran sonu itibariyle yüzde 9,25 oldu. Macaristan'da ise faizler yüzde 7,66 olarak belirleniyor. Suudi Arabistan'da da 3 ay vadede yüzde 5,04 düzeyinde faiz uygulanırken, Hong Kong'ta yüzde 4,43 faiz veriliyor. Kanada'daki faiz oranları yüzde 4,42, Danimarka'daki faiz oranları da yüzde 4,4 düzeyinde bulunuyor. Belçika'da da 3 aylık vadede yüzde 4,22 faiz veriliyor. EURO BÖLGESİ FAİZLEREuro bölgesinde faizler ise ortalama yüzde 4,16 düzeyinde bulunuyor. Buna göre Avusturya'da, Fransa'da, Almanya'da, Yunanistan'da, İtalya ve Hollanda'da faizler yüzde 4,16 düzeyini aşmıyor. Malezya'da üç aylık faizler yüzde 3,62 olarak belirlenirken, İsveç'te faiz oranları yüzde 3,42 düzeyinde. Son dönemdeki ekonomik büyümesiyle dikkat çeken Çin'de faizler yüzde 3,08'ken, Çek Cumhuriyeti'ndeki faiz oranları yüzde 2,97'yle sınırlı. Tayvan'da yüzde 2,6 olan faizler, Singapur'da yüzde 2,55'e inerken; İsviçre'de yüzde 2,54 düzeyinde bulunuyor. En düşük faiz ise Japonya'da uygulanıyor.

ATATÜRK RESİMLERİ KALDIRILIYOR


AB uyum yasaları çerçevesında Atatürk resümleri devlet dairelerinden kaldırılıyor.AB komiserlerinin yoğun baskısı nedeniyle geri adım atan AKP hükümeti resmi dairelerdeki Atatürk resimlerini kaldırıyor.Müzakerelerle Atatürk ün arasında ne alakası olduğu bilinmezken Atatürk ün emperyalizmi Ege sularına gömmesinin intikamının alındığına işaret ediliyor

12 Ağustos 2007 Pazar

8 Ağustos 2007 Çarşamba

Hava Durumu

5 Ağustos 2007 Pazar

2 Ağustos 2007 Perşembe

IRAK'TA TÜRK KATLİAMI SÜRÜYOR

ITC Yengice Bürosuna Silahlı saldırı düzenlendi. Saldırı sonucu 6 kişi şehit oldu, 6 kişi de yaralandı. Hain saldırı da ITC sorumlusu ağır yaralanırken, ITC sorumlusunun oğlu ve yeğenleri şehit oldu...
ITC'nin resmi internet sitesi kerkuk.net'ten edinilen bilgiye göreIrak'ın kuzeyindeki Kerkük'ün Türkmen köyü Yengice'de, Irak Türkmen Cephesi (ITC) bürosuna düzenlenen saldırıda 6 Türk şehit olurken, 6 sının da yaralandığı bildirildi. Irak polisine dayanan Reuters ajansı ise Yengice'de silahlı kişilerce düzenlenen saldırıda 8 kişinin öldüğünü, 2 kişinin yaralandığını duyurdu.

BATI TRAKYA'DA TÜRKÇE RADYO KRİZİ

Yunanistan’da, özel radyoların faaliyetlerine düzenleme getiren yeni lisans yasası, Batı Trakya’da Türkçe yayın yapan radyolarda endişeye neden oldu. Radyo sahipleri, yasanın özellikle...
istihdam konusu ve programların Yunanca ağırlıklı olmasıyla ilgili maddelerinin Gümülcine ve İskeçe’de Türkçe yayın yapan radyoların çalışmalarında, bugünkü koşullarda aşılması mümkün olmayan sıkıntılar yaratmasının söz konusu olduğunu belirttiler. Radyo sahipleri, her şeye rağmen önce uygulamanın nasıl olacağının görülmesi gerektiğini kaydettiler. Gümülcine’de yayın yapan Radyo City’nin sahibi Halit Halilibrahim, Batı Trakya’da yayın yapan azınlık radyolarının ana dili Türkçe olan belirli bir kitleye hitap ettiklerini ve Türkçeden başka bir dil kullanmak zorunda bırakılmaları durumunda yayın yapmanın hiçbir anlamı kalmayacağını söyledi. Joy FM’in sahibi Cengiz Bodur da, kendi kısıtlı olanaklarıyla yayın yapan azınlık radyolarının yeni yasaya uymalarının mümkün olmadığını, yasanın uygulanması durumunda yayınlarına son verme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklarını belirtti. İskeçe bölgesinde Türkçe yayın yapan Teleradyo FM’in sahibi Ramadan Ömer Recepoğlu ise 100 bin avronun üzerinde yatırımı bulunan radyosunun bugüne dek Türkçe yayın yapmak için istenen tüm izinleri aldığını ve radyo elemanlarının da yasal statüyle çalıştığını, yeni yasanın kendilerini etkilemesini beklemediğini ifade etti. İktidar Partisi Yeni Demokrasi’nin (YDP) Rodop milletvekili İlhan Ahmet de, AA muhabirine, "söz konusu yasanın sadece azınlık radyolarını hedef almadığını, bu yasayla Yunanistan genelinde yayın yapan 20 binin üzerindeki özel radyonun çalışmalarının yasal bir çerçeveye oturtulmasının amaçlandığını" belirtti. Yeni lisans yasasında radyolarda kullanılan resmi dilin Yunanca olması öngörülmekle birlikte, Türkçe ve diğer dillerin kullanılmasının yasaklanmadığını ifade eden Ahmet, "Yeni lisans yasası daha çok her gün ülkenin bir köşesinde yeni kurulan ve keyfi yayın yapan radyoları belirli bir düzene koyarak, gerçek anlamda radyoculuk yapanları korumayıamaçlamaktadır. Ayrıca, yasada yer alan her maddenin uygulanmaya konulabilmesi için, ilgili bakanlıkların bu konudaki kararları gerekmektedir. Yasanın finansmanla ilgili, örneğin, istihdam ve yatırımlarla ilgili bölümlerinin uygulanmasına da belirli bir yumuşama getirileceğine inanıyorum" dedi. Yunanistan Parlamentosunun 19 Temmuzda onayladığı 3592/19.07.2007 sayılı yeni lisans yasasında, özel radyoların programlarının Yunanca ağırlıklı olması, radyo istasyonlarının en az 60 bin avro tutarında yatırım yapmış olmaları, 24 saat yayın yapmaları ve en az 5 kişiyi istihdam etmeleri gerektiği gibi maddeler yer alıyor. Bu arada, Uluslararası Basın Enstitüsü (IPI) ve Güneydoğu Avrupa Medya Örgütünün (SEEMO) Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas ve Parlamento Başkanı Anna Psaruda-Benaki’ye yasa henüz parlamentoda görüşülürken gönderdikleri mektupla yeni düzenlemeyi eleştirdikleri kaydedildi. IPI’nin, yeni yasanın azınlık yayın kuruluşlarını ve azınlık üyelerinin haber alma olanaklarını olumsuz etkileyeceğine dikkati çektiği ve Yunanistan’ın azınlık haklarına ilişkin uluslararası yükümlülüklerini hatırlattığı belirtildi. milliyet